resmi twitter sayfam bazen de instagram

 

+menu-

header image

yüksek mimar

sayın bilgili, her vatandaşa bir tarihi eserin zimmetlenmesini önermiş. müthiş bir haber değil mi bu?
böylece tarihi bir çeşmenin üzerine, çevreye verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilerim falan yazmaya kalkmazlar, diyor.
şaka
insanımızın bir eserle birebir bağını kurabilirsek tahrip etmek bir yana bunları korumak için gönüllü bir yarışa girilecek, diyor.
bence de. mesela tünelden inen yoldaki güllü çeşme bana zimmetlense hayır bu büyük bi sorumluluk demem, geliyorum derim.

tatildeyken kesinlikle bir şezlong kitabı olmayan kuzey’i okudum. geçen dönem kitap kulübünden ekim ayına devrettiğimiz bir açılış kitabı oldu bu. yoğunduk yetişmedi. ben de yazın ilk fırsatta okumak istedim. katıldığım k.k. sayısı üç olunca bu plaj kitabı bu değil ayrımı da lükse kaçıyor. her şeyi her yerde okuyorum ve 600 sayfalık bir başka romanın kalan 3/2sini yol yaptığım 48 saat içinde arabada bitirmem gerekince kitabı tutup sayfa çevirirken işaret parmağımın kökünü burktum.

kuzey adı -bana şimdi ne anlatılacak? sorusunu da beraberinde getiriyor. roman için net bir ad değil. okudukça bunun bir tercih olduğunu anladım çünkü, hikaye tek ama çoklu anlatıcı var. bu da romanı derinlikli kılıyor; anlatıcı değiştikçe bakış açısı da değişiyor. bir kere daha hatırlıyoruz ki herkesin gerçeği farklı.

kuzey burada sırlı bir yer, yola düşülmese iyi olur olarak altı çiziliyor ama aslem’in babası bu yolda ölmüş.
o zaman oğlu da babasının başına neler geldiğini öğrenmek için kuzey yoluna çıkıyor. dedelerden ninelerden kalma bir efsane anlatıyor sanki yazar, masalsı bir dil kullanmış. hikaye içinde anlatıcılar çeşitlendikçe roman da varoluş gösterisine dönüşüyor. kuzey, okudukça büyüyen ilerledikçe kendini okura açan bir ilk roman. karakter sayısı fazla buna mahlas da eklenince ara verip devam etmeye pek müsait değil, bir kerede başlayıp bitirmek lazım.

son zamanlarda okuduğum romanların tesadüf edişleri kurgu kategorisinde yer alsa da bana bir zihin parçasına şahitlik ettiğimi düşündürüyor. çizgisel bir okuma yapmamız için yazılmamışlar. bu oldu, sonra bu, sonra bu ve sonra da bu…
bu değil. bir algılayışın, irdeleyişin içindeyim ve birden anlatı kişisinin sesinin içinden anlatıcı sesi yükseliyor.
kuzey’de yazarın işkenceyi betimleyişi mesela, sadece bu kısım yeşil renk kalemle yazılmış gibi yazarın kişisel tarihinden ayrı düşünülemez: “içinde ne taşıdığından çok, nasıl taşıdığın önemli değil mi?”

kuzey, paylaşımlarında alıntı yapmayı sevenler için henüz hâlâ keşfedilmemiş bir damar, yazarın “aklının en sağlam taşı”.

This entry was posted in Genel and tagged , , , . Bookmark the permalink.

 

Comments are closed.