resmi twitter sayfam bazen de instagram

 

+menu-

header image

geçenlerde sizin için

jacob’un odası’nı okudum.
şaka.
kitap kulübümüzün ikinci kitabıydı. romanı okuma deneyimim tam olarak içinde bulunduğum bu dönemin ruhuna yakışır şekilde okumak gibi değil de rüya görür gibi geçti.

virginia woolf kendi yayınevinden bu eseri okurun beğenisine sunduğu dönemde Ulyesses ve Çorak Ülke (The Waste Land) yayımladı ve eleştiriye duyarlı yazarımız günümüz için dahi ilham verici cesur bir ilk adım attı.
çağdaşlarının modern romanlarını görücüye çıkardığı 1922’lerde, yayımlanan eleştirilerden anlaşılan, jacob’un odası modernist harekete tutarlı şekilde oturan radikal bir katkı sağlamıştı.
1960’lara gelindiğinde woolf’un feminist denemelerinin etkisi ile romanlarının geri okumaları bu yönünün doğrulamasıymış gibi bir eğilimi ortaya çıkardı. ama bu roman için en azından ben böyle bir düşünceye kapılmadım.

iç ses duygusunun edebi değeri tartışması en zevkli konulardan biri. iç sesimizin simetrik olduğunu iddia edemeyiz ve bu asimetrik sistem içinde kurguyu oturtma konusunda woolf bir dünya markası. kimse bunu onun kadar yapmaya çalışmadan yapamaz.

jacob’un odası giriş gelişme sonuçtan bağımsız sokakta bulduğum yarı saydam bir zarftan okumaya çalıştığım bir mektup gibiydi.
ne şans.
olup bitene tam hakim olmasam da (genelde “öylesine okuyorsun işte duygu sakin ol” diye telkin ederim kendime ve sonradan usulca kitabın üstüne çıkmaya çalışırım, bu sefer kitap benim üstüme çıktı) -bu açıdan- deneysel bir okuma olduğunu da iddia edebilirim.

romanın anlatmaya niyet ettiklerini anlatmak istediği üslup ile dinlemek için müsaittim. bu da okumaya oturduğumuz kitabın içinde bulunduğumuz ruh hali ve ritmimiz ile uyumunun altını çiziyor. verimli bir okuma açısından.

düzensiz sıçramaların birbirini takip ettiği bu romanda wirginia woolf 1.Dünya savaşında 26 yaşındayken kaybettiği erkek kardeşi toby stephen’ın hayatına odaklanıyor ama buna vakıf olmak yazdığım kadar kolay değil ne kadar uyanık olsanız yetmeyebilir. kaybettiği kardeşini anmak için sadece yeni bir yapı değil yeni bir tarz da geliştirmek hayatı sünger gibi emen woolf ‘un altından kalkacağı bir iş olabilirdi.

ve o sadece erkek kardeşini değil bu yapının içinde bir an olsun kaybolduğunu düşünen ve “bu kitabı okumayı ben mi beceremiyorum acaba” diyen azimli okurunu da ihmal etmez ve onu 117. sayfaya gelebildiyse eğer karşılar:

“Her yüz, her dükkan, yatak odası penceresi, pub, karanlık meydan, ateşler içinde yana yana çeviremediğimiz bir resim- aradığımız nedir? Kitaplarda da böyledir bu. Milyonlarca sayfanın içinde ne ararız? Umutla sayfaları çevirmekten usanmayarak- ah, işte jacob’un odası.”

teşekkür ederim.

This entry was posted in Genel and tagged , . Bookmark the permalink.

 

Comments are closed.